i gave you all the love i got (tüm aşkımı sana verdim)
i gave you more than i could give (verebileceğimden fazlasını verdim)
i gave you love (sana aşk verdim)
i gave you all that i have inside (içimdeki her şeyi sana verdim)
and you took my love (ve sen aşkımı aldın)
you took my love (sen aşkımı aldın)
didn't i tell you (sana söylemedim mi)
what i believe (neye inandığımı)
did somebody say that (biri söyledi mi)
a love like that won't last (böylesine bir aşkın kalıcı olmayacağını)
didn't i give you (sana vermedim mi)
all that i've got to give baby (vermem gerek her şeyi bebek ha?)
Sabah Leyla ve babası beni evden aldılar. İlk gün okula velisiyle giden sadece biz olmayız umarım diye düşünmekten kendimi alamadım. Kampüsün girişi o kadar kalabalıktı ki, herkesin mi arabası vardı yoksa? Çevremizdeki arabaların, arka koltuklarında oturan yaşıtlarımı görünce derin bir “oh“ çektim. Yalnız değildik..
Hasan Amca, Edebiyat Fakültesi’nin önünde bıraktı bizi ve önümüzdeki dört senenin geçeceği o koca ve eski binaya baktık bir süre. Lisedeyken, üniversite şenliklerine gelip bu bahçedeki çimlerde az oturmamıştık. Aslında az çok biliyordum bu kampüsü, iki yıldır havuza yüzmeye de geliyorduk zaten.
İlk günümüz sakindi, okuma listelerini toparlamakla ve tanışma konuşmalarıyla geçirdik. Sınıfımı sevdim, 40 kişiydik galiba ama bizim gibi hazırlığı atlayıp gelen birkaç öğrenci daha olabilirmiş. Okulun ilk haftası şehir dışındaki öğrenciler pek rağbet etmiyorlar anlaşılan.
***
Son dersimiz, iki buçukta bitti. Biz de Leyla’yla havuza gidip giriş kartı çıkartmaya karar verdik. Gişedeki güleryüzlü görevli hemen haletti işimizi. Biz de havuza bakmak için içeri girdik. Üstümde mayom olmadığı zaman bu boğucu havaya alışmak biraz zor oldu.
Okul takımının antrenmaları vardı, O’nu ilk kez o zaman gördüm.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)