Sabah Leyla ve babası beni evden aldılar. İlk gün okula velisiyle giden sadece biz olmayız umarım diye düşünmekten kendimi alamadım. Kampüsün girişi o kadar kalabalıktı ki, herkesin mi arabası vardı yoksa? Çevremizdeki arabaların, arka koltuklarında oturan yaşıtlarımı görünce derin bir “oh“ çektim. Yalnız değildik..
Hasan Amca, Edebiyat Fakültesi’nin önünde bıraktı bizi ve önümüzdeki dört senenin geçeceği o koca ve eski binaya baktık bir süre. Lisedeyken, üniversite şenliklerine gelip bu bahçedeki çimlerde az oturmamıştık. Aslında az çok biliyordum bu kampüsü, iki yıldır havuza yüzmeye de geliyorduk zaten.
İlk günümüz sakindi, okuma listelerini toparlamakla ve tanışma konuşmalarıyla geçirdik. Sınıfımı sevdim, 40 kişiydik galiba ama bizim gibi hazırlığı atlayıp gelen birkaç öğrenci daha olabilirmiş. Okulun ilk haftası şehir dışındaki öğrenciler pek rağbet etmiyorlar anlaşılan.
***
Son dersimiz, iki buçukta bitti. Biz de Leyla’yla havuza gidip giriş kartı çıkartmaya karar verdik. Gişedeki güleryüzlü görevli hemen haletti işimizi. Biz de havuza bakmak için içeri girdik. Üstümde mayom olmadığı zaman bu boğucu havaya alışmak biraz zor oldu.
Okul takımının antrenmaları vardı, O’nu ilk kez o zaman gördüm. Diğerlerinden daha hızlıydı, çok çabuk bitişe ulaşmıştı. Dikkatlice O’na bakıyordum, sağ elini yumruk yapıp işaret parmağını havaya kaldırarak “bir” işareti yaptı ve gülümsedi. “Çok sevimli çocuk” diye düşünürken ben, sarı bonesini çıkarttı, saçları simsiyahtı. Elmacık kemikleri çıkık ve oldukça düzgün bir buruna sahipti. Sanırım bana ideal erkeği tarif et deseler O’nun yüzünü tarif ederdim. Havuzun kenarına kollarını koyup çevik bir şekilde zıpladı ve havuzdan çıktı. Vücudu da yüzü kadar kusursuz görünüyordu. Göz ucuyla Leyla’ya baktım, benimle aynı noktaya odaklanmış O’nu süzmekle meşguldü. Dirseğimle kolunu dürttüm ve sırıttım. O da bana gülümsedi; “köşeli bir yüz” diyerek göz kırptı. Tamamen istemsizce, ellerimi tribünlerin kenarındaki tırabzana dayadım ve hafifçe öne eğildim. Yanımızdaki kızların iç çekişleri ve bizim aptal bakışlarımız eşliğinde, önümüzden gerçek içeri girdi. Leyla’nın sesiyle kendime geldim: “Havuza daha sık gelmeliyiz Eli”. Başımı salladım: “kesinlikle”.
***
İlk hafta o kadar çabuk geçmişti ki, daha ben ne olduğunu anlayamadan okumam gereken bir sürü roman ve yazmam gereken upuzun bir ödevim vardı önümde. Bir İngiliz yazarı, tanıtacaktık bir romanıyla birlikte. Benim için çok kolaydı, elbette Tolkien’i seçecektim. ancak haftasonu kendime biraz fazla zaman ayırdığım için bir türlü ödevime yoğunlaşamamıştım, neyse ki pazartesi sabahı dersimiz yoktu ben de kütüphaneye gitmeye ve ödevimi-en azından bir kısmını- bitirmeye karar verdim.
***
Leyla da bu boşluğu fırsat bilip, ne zamandır ertelediği doktor randevusuna gitmişti. Kısacası yalnızdım ve bu benim için daha iyiydi. Bilgisayardan aradığım kitapların raflarını buldum, kollarımın son gücüne kadar kucak dolusu kitabı aldım ve en kuytu köşeyi bulup kuruldum.
Gayet verimli bir saat sonucunda, boynumu esnetirken harika bir koku dikkatimi dağıttı. Başımı kaldırdım ve karşımdaki masada O yüzücü çocuğu gördüm. Bir kitabın sayfalarını hızlıca çeviriyordu. Okuduğunu sanmıyorum, o kadar hızlı çeviriyordu ki, sanırım sadece kitaptaki resimlere bakıyordu.
Uzun bir inceleme sonrası, gözümü yüzünden alabildim ve kıyafetlerine baktım. Açık mavi bir gömlek vardı kollarını dirseklerine kadar kıvırmıştı.. tam bu sırada aniden bana döndü, göz göze gelince gözlerimi kaçırdım, bilgisayarıma döndüm panikle. gözleri maviydi, o kadar parlaktı ki.. o’nu ilk gördüğümde bu kadar yakın olmadığımız için fark etmemiştim demek ki.. ekrana boş boş bakarken ne yaptığını çok merak ediyordum, tekrar O’na bakmak istiyordum aslında kalemimi yere düşürüp alırken yapabilirdim bunu ama artık lisede değildik. Çocukça hareketlerden vazgeçmem gerekiyordu.
Oturduğum masa zangır zangır titremeye başladı, çok korktum ve sıçradım.. neden sonra, sadece çantamda titreyen telefonum olduğunu anladım. Hızlıca çantaya elimi daldırdım, bir türlü bulamıyordum, titremeye devam ediyordu. Sonunda ulaştım ve hemen kapattım, arayan Leyla’ydı. Hızlıca nerede olduğumu yazdım, onbeş dakika sonra kütüphanenin önünde buluşmak için sözleştik.
Çalışırken masamı fazlaca dağıtmıştım, kitapları onbeş dakikada toplayabilirim umarım diye düşünürken, yanımdan oldukça hoş bir kız gülümseyerek geçti ve karşımdaki masaya yöneldi. Elini O'nun omzuna koyup, kulağına eğilerek, “burada olduğunu tahmin etmiştim” diye fısıldadı. O da gülümseyerek sarışın kıza göz kırptı.
Ne sanıyorum ki!?? Elbette bir sevgilisi vardı, hem de oldukça güzel olacaktı!!
***
Hey! normalde okuduğum kitaplardaki, mekanlara oranla, yaşadığım, yerde böyle bi hikayenin geçecek olması gayet samimi. Hanimiş bunun devamı? :)
Devamını buraya koymayacağım artık:)