çekici, seksi ve ölümsüz..
sevgili vampirimiz edward cullen için en uygun tanım bu sanırım. 22 yaşındaki yakışıklımız için, twilight bir dönüm noktası, iyi ki de bu projeye dahil olmuş..
*gq dergisinin “nisan kapağı edward cullen”a dair bir röportajı buraya aktarmak istiyorum, tabi ki arada yorumlarımı da ekleyeceğim. yoksa robert hakkında yazdığım bu monoton yazıdan sıkılabilir..
“komik olansa, bizim de en sevdiğimiz yönü bu oldu” diyor magazine ekibi. (eh ben de magazinci olsam, sordugum sorulara dürüstçe yanıt veren bir ünlü bulsam, bayılırdım şahsen)
pattinson’nın diğer bir sorunu da, konuşma esnasında bekle(til)mek.. zira çabuk sıkıldığını belirtmiştim az once. bu sebeple, beklemek, verilen uzun aralar o’nu biraz koparıyor asıl olaydan.
“sadece aklıma ilk gelen şeyi söyleyiveriyorum. “ diyor robert. röportajlar sırasında, çok paniklediğini ve özellikle monoton geçen, uzun araların olduğu görüşmelerin ve hatta sessizce beklemenin nasıl kendisini delirttiğini.. o derece ki, “ağlamaya bile başlayabilirim böyle durumlarda” diye de ekliyor.
…..
(ve burada robert’i anlatıyoruz)
sandalyesinde kaykılmış oturuyor, simsiyah bir takım giymiş, sakalları 1 haftalık falan, saçları taktığı şapkanın altında gelişigüzel tıkıştırılmış gibi kenarlarından fırlamış .. “kıyafetin ilk kez giyildiği her halinden belli oluyordu, hatta kokusundan bile anlayabiliyorduk” deniyor.
bunun sebebi ise, hemen öncesinde “biraz garip” diye tabir ettiği bir iş görüşmesinden gelmiş olmasıymış. zira kendisine bile hangi rol için görüşüldüğü söylenmemiş. bu da yakın zamanda başka bir filmde robert’ı göreceğimiz anlamına geliyor sanırım. (new moon hariç elbette) robert şöyle diyor görüşmemeyi yaptığı adam hakkında: “hiçbir şey söylemedi, bir yere de ayrılmadı. ben 3 saat boyunca kendim hakkında konuştum. bir gergadanın kalbine bile fazla gelebilecek şekilde kahve tükettim!” “en son ne zaman yemek yediğimi tanrı bilir!?”
.......
los angeles’taki dairesine gelelim..
dairesindeki mikro dalga fırından bahsediyor. daha once mikrodalgası olmadığı için, fırında yapabileceği yemekleri aramakla çok meşgulmüş buaralar. (hahahah buarada bunca yemek sohbetine dayanamayıp) garson’a “corba var mı?” diye soruyor. tavuk çorbası olduğunu öğrenince de onun yerine cola istiyor.
"buarada size 19(!) fincan (tabi bunun bizimkiler gibi düdük boy olmasını beklemiyoruz) kahve içtiğini söylemiş miydik?!!"
****
şimdi de, pattinson ‘nın twilight hakkında ve edward olmakla ilgili yorumlarını duyalım:
“yarım doz sakinleştirici içtim ve bu işin içine girdim- ve tüm bu şeyler oldu”
tamam- açık ol, (adam direkt anlatmaya başladı dibiniz düştü di mi.. neyse) hatta “bize anlattıkları sadece bunlarla sınırlı da değil”, diye ekliyor magazinci kardeşler:
o’nun kariyerindeki en büyük rol, harry potter ve ateş kadehi’nde oynadığı cedric figgory karakteri idi-ta ki edward cullen ortaya çıkana kadar- tabi büyüdüğü şehir londra’da da bazı rollerde oynadı ancak, los angeles’taki ajansı onun için amerika’da iş arıyordu.
ve twilight da “o”nun amerika’daki ilk işi oldu: bu seri hakkında hiçbir şey bilmiyordu; edward ve bella’yı deli gibi takip eden fanlardan, edward’ın ölümlü kız arkadaşından bi haberdi.
stephanie mayer’ın romanının filme aktarımı elbette kolay olmayacaktı, zira fanların %98.999’u, ki bu fanların hepsi genç kızlar, edward rolünde kimin oynaması (tabi bu aslında kesinlikle kimin oy-na-ma-ma-sı) gerektiğine dair deli gibi mesajlar bırakıyorlardı internet sayfasına.. ancak robert’ın tek bildiği, amerikan aksanıyla nasıl konuşması gerektiğini hatırlayamıyor olmasıydı. tam da bu noktada, çılgına dönmüş bir vaziyetteydi.
robert’tan dinliyoruz: “ilk kez sakinleştici almıştım”, bir kaç saniye sonra ekledi, muhtemelen bunun nasıl göründüğünü tartıyordu “çeyrek.. ilacın dörtte biri.” “ aslında ilacı başka amaçla almıştım ama, tamamiyle geri tepti- çünkü kendimden geçmiştim” (uyuşturucu kullanmayın çocuklar!) neyse devam..
****
seçim aşamasına geldik..
catherine hardwicke, “yüzlerce potansiyel edward’la tanışır.” hatta kendi deyimiyle: “içlerinde zilyon tane sevimli hatta hoş çocuk vardı” “ancak bir sorun vardı, onların hepsi lisedeki hoş çocuklardandı. balo kralı, futbol takımının kaptanı vs gibi .. hiçbiri başka bir dünyadan ya da başka bir zamandanmış gibi gözükmüyordu.”
catherine hardwicke , deneme odalarından birinde robert ve kristen’in romantik bir sahnesini çeker. oradaki kıvılcımı hisseder hepsi, özellikle de kristen kendisine, “kesinlikle “o”(edward), robert olmalı” demiştir. bu noktada anlıyoruz ki, kristen ile beraber seçmeleri yapmışlar ya da kristen’in sözü çok önemliymiş yönetmenimiz için. (zaten sonrasında başka bir yerde okuduğum kadarıyla, s. mayer'la da tanışıyor robert ve steph de robert'tan etkileniyor)
kristen steward: “elemelerde, herkes role adapte olmak için bir şeyler yapıyordu. bunun onlar için -kahretsin ki- iyi bir şey olduğunu biliyordum, ancak robert rolün özünü kavramıştı ve onlar kadar yüzeysel değildi..”
hardwicke’in bu karardan sonra, asıl önemli işi, robert’ın “esas oğlan” olması hakkında summit entertainment’ı ikna etmekti.
yapımcı firma hardwicke’i aramış ve “bu çocuğu yakışıklı yapabileceğinizden emin misiniz?” diye sormuş. (herhalde bu kısmı şaka, burda robert pattinson'dan bahsediyoruz??!!)
robert’ı ciddi bir eğitim bekliyordu bu noktada. önce saçlarını boyayıp kestiler. pattinson kendisini yoğun bir şekilde meyer’ın henüz yayınlamadığı ve hatta bitirmediği romanının-midnight sun- içine gömülmüş buldu. ( “ben bir vampirdim ve o 80 yıldır kokladığım en tatlı kana sahipti”)
.......
edward nasıl oldu da romanlardaki o büyüleyici prens formundan sıyrıldı? “ eğer gerçek hayatta böyle bir çocukla karşılaşırsanız “ diye ekliyor robert “o’nun bir aptal olduğunu düşünürsünüz” ve büyük ihtimalle lisenin yılsonu balosunda duvara yaslanmış, sinirli bir şekilde sigara içen bir tip olur. daha az çekici, daha fazla canavar..
robert'ın filmin sonunda, edward ve bella’nın iron&wine şarkısında dans ettikleri balo gecesinde, öpüşmelerine ilişkin bir yorumu da var: "öpüşmemeliydiler" böylesi daha ilginç olabilirdi.. “bu gençlerle ilgili” diye de ekliyor..
röportaj daha devam ediyor tabi.. vaktim bu kadarına yetmişti o zaman..